20 Kasım 2012 Salı

Foton Kuşağı ve Telcikler

Foton Kuşağı ve Telcikler

Herşey Carlos Castaneda’nın Zamanın Çarkı kitabındaki şu cümleyi okumamızla başladı;

“Savaşçılar zamandan söz ettiklerinde, saatin hareketiyle ölçülen bir şeyi kastetmezler. Zaman, dikkatin özüdür: Kartal’ın yaydığı şeyler, zamandan yapılmıştır; ve doğrusunu söylemek gerekirse, bir savaşçı özün farklı yanlarına girdiğinde, zamanla tanışmaya başlıyor demektir.”

Ve şu cümleye takıldım. Kartal’ın
yaydığı şeyler zamandan yapılmıştır. Bilmeyenler için açıklayayım. Carlos Castaneda sanrılandırıcı bitkileri araştırmak üzere gittiğinde Meksika’da tanıştığı Yaqui Kızılderilisi Don Juan’dan öğrendiği bilgilerden oluşan bir dizi kitap yazmış. Don Juan’a göre dünyamız farkındalıklı, titreşen ve ışıldayan telciklerden oluşuyor. Hepimizin sırt bölgesinde, kürek kemiğine kol boyu uzaklıkta, algı noktası denilen, tenis topu büyüklüğünde parlak bir nokta var. Bu noktaya bileşim noktası da deniyor. Bu telcikler bileşim noktamızın içinden geçiyor ve bizim dünya algımızı bu bileşim noktasından geçen telcik demeti oluşturuyor. Hepimizin bileşim noktasından aynı telcik demeti geçtiği için, Don Juan’ın deyimi ile bu demete çengellendiğimiz için hepimiz aynı dünyayı algılıyoruz.
Don Juan bu titreşen farkındalıklı telciklerin kaynağının kartala benzeyen bir görüntüsü olduğu için kartal diye adlandırılan bir kaynaktan çıktığını söyler. Kartal bizim anılarımızla beslenir.

Kartal’ın yaydığı şeyler zamandan yapılmış ise dedim, aslında Kartal geçmiş olabilir mi? Zaman an demek değil, geçmiş demek. An’da zaman yoktur. Yani Kartal an’da olanı istemiyor, anılarımızı istiyor, yani geçmişi… O gerçekte geçmişin gölgesi olabilir mi, tıpkı gökyüzündeki yıldızlar gibi… derken şu yazıyı bulduk arkadaşımla birlikte;

"Bir başka masala göre, Sagitta (Okçuk) takımyıldızı Kartal’ı öldüren oku temsil etmektedir. Prometheus’u acısından kurtarmak için, Herkül oku öldürmüş olduğu Hydra’nın (Su yılanı) kanıyla zehirleyip Kartal’a fırlatmış ve onu öldürmüştür. Zeus ise sadık hizmetlerinden dolayı Kartal’ı gökyüzünde yıldızlar arasına koymuştur."

Kartal’ın sembolik anlamları hakkında konuşurken birden bire aklıma bir şey geldi. Şu bahsedilen foton kuşağı hakkında bir sürü şey söyleniyor. Elektronik aletler bozulacak, elektrikler kesilecek, farkındalığımız artacak, dna mız değişecek gibi… Ya dedim bu foton kuşağı elektriği etkileyecekse eğer, gerçekte bizim fiziksel dünyamızdaki elektronik aletler değil de etkilenecek olan ya bu telcikler ise? Bu foton kuşağı denilen şey bu telciklerin titreşimini değiştirirse ne olur? Dünyamızı oluşturan ve çengellendiğimiz telcik demetinin titreşimi değiştiğinde dünyamız da değişmez mi? Hatta bileşim noktamız bu alışık olmadığımız titreşimde yer bile değiştirebilir. Bunun anlamı da şu. Nasıl ki rüyada kontrolsüzce bir rüyadan başka bir rüyaya atlıyorsak, bileşim noktasının kayması da benzer bir etki yapar. Bu da kafayı yememiz demek :) Eğer böyle bir şey olursa, etrafta hayali varlıklarla konuşan, senin görmediğin şeyleri gören insanlarla dolacak. Tabiki senin gördüklerini de onlar göremeyecek. Dünyanın bu yeni titreşimine uyum sağlayabilenler ise bileşim noktasını sabitleyebilecek yapamayanlar da bileşim noktasının kontrolsüzce sürekli oradan oraya kaymasıyla karşı karşıya kalacaklar. Aslında eğlenceli olabilir de :)

Don Juan, Carlos Castaneda’ya bilinçli rüya görmeyi öğreterek aslında bileşim noktasını kontrollü bir şekilde kaydırmayı ve istediği yere sabitlemeyi öğretiyordu. Rüyalarımızı kontrol etmeyi öğrenmemiz gerek. Hem de hemen. :)

Big Bang bir farkındalık patlaması mı?

Big Bang bir farkındalık patlaması mı?

Carlos Castaneda’nın Kartalın Armağanı’nda Sağ ve Sol yan bilinci bölümünde, aşağıdaki gibi bir paragraf geçiyor. Bu kitabı ilk okuduğumda da sol yanda yaşanan olayların yoğunlaştırılmış bir bütün halinde olduğu konusuna kafam takılmıştı. İkinci okurken kitabın o bölümüne geldiğimde bu sefer ışık çaktı. Sanki bu sefer daha iyi algıladım olayı. Önce kitabın o bölümünde Carlos Castaneda ne demiş ona
bakalım.

Kısaca hatırlatmak gerekirse, La Gorda ve Castaneda birlikte rüya görme çalışmaları yapıyorlar. Ve bu gördükleri rüyalarla Don Juan ve onun grubundaki diğer savaşçılarla ilgili anıları yeniden yaşıyorlar görüyorlar. Böylelikle sol yanda yaşanan olayları yavaş yavaş hatırlamaya başlıyorlar. Castaneda’nın bu durumla ilgili yorumu şöyle;

”La Gorda ve ben bir zaman sonra, sol yanımızdaki algı zenginliğinin edim sonrası farkına varma sonucu olduğunu fark ettik. Etkileşimimiz, onu anımsayabilme kapasitemizin ışığında gerçekleşiyordu. İşte o anda, o yüksek bilinç durumlarında her şeyi tek yığın, ayrıştırılması olanak dışı ayrıntılardan meydana gele hacimli tek bir kütle biçiminde algıladığımızın farkına vardık. Bu her şeyi bir anda algılayabilme yetisine yoğunluk adını verdik. Yıllar boyu, bu deneyim yığınlarını oluşturan ayrı parçacıkları inceleyebilmenin olanak dışı olduğunu düşünüyorduk.; bu parçacıkların us yönünden herhangi bir anlam oluşturacak bir süreklilik içinde bir sentezini oluşturmaya çalışmıştık. Bu tür sentez oluşturamadığımız için, anımsayamıyorduk. Anımsama yetisinden yoksun oluşumuz, gerçekte algılarımıza yönelik anılarımızı bir temele oturtamamamızdan kaynaklanıyordu. Deyim yerindeyse, anılarımızı herhangi bir temele oturtamıyor, onları bir düzene sokamıyorduk. Deneyimlerimiz, bizim için oradaydılar, ama onlara ulaşabilmemiz olanaksızdı. Çünkü bu yoğunluk duvarı tarafından engellenmişlerdi.”

Burada bahsedilen yoğunluğu şöyle açıklayabiliriz. Evreni düşünürsek eğer, evren genişliyor. Bunun tersi düşünüldüğünde, evrenin bir toplu iğne ucu kadar küçülebileceği ve kütlesinin yoğunlaşacağı söyleniyor. Evrenin genişlemesinin, evrenin yorumlanmasını sağladığı yönünden bakarsak eğer; evren genişleyerek yorum yapmamızı sağlayacak zaman olgusunu oluşturuyor. Yani o boşluğu zaman dolduruyor. Belli bir dizgeye olanak tanıyor böylelikle. Eğer evren yoğunlaşmış bir kütle olsaydı o zaman şu anki evren yorumumuz da olamazdı. Evrenin içerdiği her şey küçük bir kütlede katışmış bir vaziyette olacaktı. Böylece algılayabileceğimiz dünyalar olmayacaktı, zaman olmayacaktı. Ama o kütle bütün bunları içerecekti, içinde zaman olmadan.
Olaya sol yan bakımından bakarsak eğer, bir başka benzetme ile tarif edeceğim yine. Bizler birer algılayıcıyız, aslında yorumcu da diyebiliriz. Bilgisayar programından örnek verirsek eğer çalışan bir exe program ve programın veri çektiği bir veritabanı vardır. Veritabanında veri katışmış bir şekilde hiçbir yorum içermeden mevcut olur. Program ise o veriyi veritabanından çekerek yorumlar ve anlamlı bir dizgeye sokar. Program olmadan sadece veritabanına baktığımızda bize anlamsız gelen, birbirinden bağımsız görünen bilgi parçacıkları ile karşılaşırız. Ve bu bilgiler bir anlam ifade etmez. (Veritabanını yoğunlaşmış bilgi kütlesi olarak tanımlayabiliriz.) Ancak bir program devreye girdiğinde o veriler anlamlı bir hale dönüşür. Eğer tonali yada kendi dünyasal varlığımızı bir yere koyarsak, biz yada tonal bir exe dir, Nagual/sol yan ise veritabanı diyebiliriz. Carlos Castaneda ve La Gorda rüyalar yolu ile aslında veritabanından (yoğunlaşmış kütle) bir bilgiyi alıp, tıpkı evrenin genişlemesi gibi onu genişleterek, boşluğa yayarak, tonal’de anlaşılabilir, yorumlanabilir bir hale getirerek hatırlıyorlar olayları. Yani sıkıştırılmış bilgiyi genişletiyorlar ve ona bir dizge kazandırıyorlar. Böylelikle hatırlıyorlar. Elinde bir veritabanı olan, orada anlamlı bir şeylerin varlığını hisseden birinin elinde onu yorumlayacak exe programının olmaması gibi bir durum bu. Rüyalar yolu ile de bu yoğunlaştırılmış bilgi kütlesinden veri çekip, onu genişleterek yorumlamayı öğreniyorlar. Aslında Don Juan’ın neden tonali korumak gerektiği konusuna önem verdiğinin de açıklaması olabilir bu. Yani elinde yazılım kalmazsa, program bozulursa, o katıştırılmış bilgiyi asla yorumlayamazsın. Yani program olmadan veritabanı tek başına bir işe yaramaz diyebiliriz.

Ve belki de evren hala toplu iğne ucu kadar küçülmüş, yoğunlaşmış bir kütle şeklindedir de, onu biz genişleterek algılayabildiğimiz için, evreni genişliyor şeklinde algılıyoruz. Tamamen benim fikrim, katılmayabilirsiniz de… Eğer böyle ise, big bang denilen şey bir farkındalık patlamasından ibaret. Veritabanını yorumlayacak yazılımın, tonalin ilk ortaya çıkış anı. Evren hala yoğunlaşmış bir kütle halinde ise, diğer dünyaları algılamanın yolunun, diğer yoğunlaşmış kütleleri genişletmek olduğunu söyleyebiliriz belki de. Don Juan’ın dünya görüşünü genişletmek dediği şey bu olabilir. Ne bileyim belki de bütün kavramları birbirine karıştırmışımdır. :)) Eğer evren hala bir topluiğne ucu kadar katışmış yoğun bir kütle ise, mesafelerin de anlamı kalmaz. Mesafeyi yaratan şey, bu yoğun kütleyi algılayabilmek için genişleten zihnimiz. Yani mesafe, zaman sadece zihinde. Zihni durdurduğumuzda belki de genişlemeyi durduruyoruz, hatta küçültüyoruz. Bu nedenle de mesafe ve zaman olayı ortadan kalkıyor.

Evren bir topluiğne ucu kadar küçülebilir deniyor. Gözle görülemeyen mikroplara mikroskopla baktığımızda devasa yaratıklara dönüşüyorlar. Bizim algımızın evreni genişletmesi ve o şekilde algılaması da böyle aslında. Yani perde dediğimiz şey, aradaki bir mikroskop gibi; evrene bir büyüteç ile bakıyoruz diyelim. Ve bütün ölçümlerimiz, evreni boyutlandırmamız, mesafeler koymamız bu büyütecin ardından gördüğümüz bilgi ile yapılıyor. O büyüteci aradan kaldırdığımızda evren bir topluiğne başı kadar olacaktır. Büyüteçle baktığımız evrenin bir topluiğne kadar küçülebileceğine inanmak ya da bunu idrak etmek zor olabilir. Ayrıca kütlesini düşünürsek, bu devasa görüntünün küçücük bir kütleye aynı yoğunlukta sığacağına aklımız almıyor; ama aradaki büyüteci kaldırdığımızda evrenin bir topluiğne ucuna sığdığını göreceğiz ve aynı kütle yoğunluğu ile olacak. İşte algımız böyle bir büyüteç gibi işlev görerek, küçücük bir kum tanesinden koca bir evren yaratıyor ve sonra bu evrenin büyüklüğü karşısında büyüleniyor ve gerçekte var olanı görmez oluyor.

Zaman olmazsa düşünce olabilir mi?

Zaman olmazsa düşünce olabilir mi?

Bugün aklıma takıldı böyle bir soru. Düşünce zamandan bağımsız olamaz gibi geldi. Düşüncenin olduğu yerde zaman da vardır. Öyle ise zamansızlık durumunda, düşünce de var olamaz. Tanrı zamandan bağımsız olduğuna göre (dini tanımlara göre) , Tanrı’nın düşüncesi yok mudur? Düşüncenin olmadığı yerde yaratım nasıl olabilir? Yaratımın olması için düşüncenin de olması
gerekir diye düşünüyorum.
Bu dünya bir düşünce ise, Tanrının düşünce denizinden ayrılmış bir düşünce olmalı ve birisi tarafından düşünülmeli. Belki de yaratımı gerçekleştiren Tanrı’nın kendisi değil, Tanrı’nın düşünce denizinden ayrılmış damlalar olarak bizleriz.

Eski notlarımdan....

19 Kasım 2012 Pazartesi

Hologram ve Paralel Evrenler

Hologram ve Paralel Evrenler

Önce daha önce burada bahsettim mi bilmiyorum, düşündüğüm bir örnekten bahsetmem gerek. Özetle anlatmaya çalışıcam elimden geldiğince.

Bir oyun programı yazdığımızı düşünelim. Bu oyun programında, bütün olasılıkları hesaplıyoruz ve oyundaki karakter ne yaparsa yapsın, yaptıgı her hareketin bir karşılıgı var. Bu programı yazıp cd ye kaydettiğimizde, oyundaki karakterin,  şimdisi, geçmişi ve geleceği hepsi aynı anda varlar. Ben buna zamansızlık durumu diyorum. Bu cd yi, çalıştırıp oyunda play tuşuna bastığımız anda, zamanı devreye sokuyoruz ve karekterin şimdisi oluyor ve ardından geçmişi, şimdiki anına bağlı olarak da geleceği. Böylelikle, bilinmeyen bir gelecek olmuyor, yada bilinmeyen bir an. Çünkü bütün olasılıklar aynı anda varlar. Tanrının herşeyi bildiği bilgisi de böyle birşey olmalı. Onun bilgisi haricinde davrananamamız vs.
Biz neyi seçersek seçelim, sonuç biliniyor, farklı sonuçlar da olsa. Tabiki bahsettiğimiz devasa bir program.
Ve bu program nedensizlik teorisini de açıklıyor bence. Yazılımda her hangi bir noktaya gittiğimizde, orada olan olayın başı ve sonu olmuyor, sadece o an oluyor. Nedenselliği yaratan zaman, zamanı ortadan kaldırdığımızda, nedensellik de olmuyor ve ana ulaşıyoruz. Ve bir çelişkiyi de ortaya koyuyor. Eğerki Tanrı herşeyi önceden biliyorsa, özgür irade gerçekten var mı, özgür irade var ise, karakterin seçeceği seçeneğin yazılımda mevcut olmayan bir seçenek olması gerekir ki, bu da Tanrı'nın henüz mevcut olmayan bir seçeneği bilmesi demek. Ama o zaman da yazılımda mevcut olmayan bir seçenek Tanrı'nın bilgisi dahilinde olamaz.
Bu da Tanrı herşeyi bilir sözüne ters düşüyor. O halde her olasılık önceden var olması gerekir. Prof. Gerard Hooft bir parçacığın nerede ve ne hızla hareket ettiğini aynı anda tesbit etmeye yarayan bir formül geliştirmiş mesela. 43 sn sonraki geleceği hesaplayan bir formul. Bu da savımı doğruluyor bir nevi.

Özetle bu konuya değindikten sonra, hologram nedir ondan bahsedelim. Hologram holografik bir film üzerine kaydedilen görüntünün, bu film üzerine belli açıyla verilen lazer ışını ile 3 boyutlu görüntüsünün oluşturulmasıdır. Bu holografik filmin normal bir fotoğraf filminden farkı, görüntü film üzerine dalgalar halinde kayıt edilmesidir. Yani filme bakıldığı zaman, kaydedilen görüntüyü göremeyiz, onun yerine iç içe geçmiş halkalar görürüz. Görüntüyü görebilmemiz için filmin üzerine lazer ışını verilmesi gerekir ve diyelim ki bir elma görüntüsü kaydedildi. Elmayı 3 boyutlu olarak görürüz. Bu filmin bir başka özelliği de aynı filmin üzerine yüzlerce görüntü kaydedilebilmesi. Elma ve masa görüntüsü kaydettik diyelim, lazer ışınını bir açıdan verdiğimizde elma görüntüsünü, açıyı biraz değiştirdiğimizde ise masa görüntüsünü alırız. Ayrıca bu filmi ortadan ikiye bölersek, yine her iki parça üzerinde hem elma hem masa görüntülerini bir bütün olarak farklı açılarla verilen lazer ışını ile görüntüleyebiliriz. Bu filmi daha kücük parçalara da bölsek, yine elma ve masa görüntülerini her bir parçada bir bütün olarak görüntüleyebiliriz.  Holografik film, görüntüleri üst üste kaydetmemize izin vererek, çok büyük bilgileri kücük bir alanda saklayabilmemizi sağlar. Ve filmi parçalara da ayırsak, görüntülerin bilgisi her bir parçada mevcut.

Şimdi bunları aklımızın bir köşesine koyalım. Ve gelelim paralel evrenler meselesine :)

Şimdi yukarıda bahsettiğim, yazılıma dönelim tekrar. Bu yazılımın holografik yapıda olduğunu düşünelim. Bu holografik yazılımda bütün olasılıklar mevcut demiştim. Bu olasılıklar, evrenin (-lerin) görüntüsü (-leri) ile birlikte evrende gerçekleşen olayları kapsayan bir olasılıklar bütünü. Holografik yapıdaki bir yazılımda, lazer ışınımız düşünce olsun. Holografik yazılımımıza farklı açılardan lazer ışınları (düşünce) tutalım aynı anda. İşte paralel evrenler oluştu :) Hepsi aynı anda var ve iç içe geçmiş durumdalar. Farklı farklı görünümlerde dünya gezegeni var bu paralel evrenlerde, bazılarında ise yok. Aynı insanın farklı farklı yaşamları var. Ve bu paralel evrenlerde bazı açılar birden fazla paralel evrende mevcut. Aynı açıyı kullanıyorlar ve bu noktalarda bu aynı açıyı kullanan evrenler birleşiyor, açının değiştiği noktalarda ayrılıyor. Ama yine de holografik film gibi aynı düzlem içerisindeler. Sadece açıları farklı. Aynı açıyı kullanan ve evrenlerin aynı noktada birleştiği yerlerdeki olay yada an, belki de o olaya çekim gücünü arttırıyor ve gerçekleşme olasılığı güçleniyor. Yani oraya çekiliyoruz. Bu da kaçınılmaz olan, yani kader dediğimiz şeyin gerçekleşmesini sağlıyor olabilir.
Daha net açıklarsak, bir karakter o açıyı gördüğünde, o açıya yakınlaştığında, o açıdaki olayı seçme olasılığı artıyor olabilir.

Bu örnekten çok farklı fikirler ortaya çıkabilir. Daha üzerinde düşünmem lazım ama bana ilginç geldi :))