20 Kasım 2012 Salı

Big Bang bir farkındalık patlaması mı?

Big Bang bir farkındalık patlaması mı?

Carlos Castaneda’nın Kartalın Armağanı’nda Sağ ve Sol yan bilinci bölümünde, aşağıdaki gibi bir paragraf geçiyor. Bu kitabı ilk okuduğumda da sol yanda yaşanan olayların yoğunlaştırılmış bir bütün halinde olduğu konusuna kafam takılmıştı. İkinci okurken kitabın o bölümüne geldiğimde bu sefer ışık çaktı. Sanki bu sefer daha iyi algıladım olayı. Önce kitabın o bölümünde Carlos Castaneda ne demiş ona
bakalım.

Kısaca hatırlatmak gerekirse, La Gorda ve Castaneda birlikte rüya görme çalışmaları yapıyorlar. Ve bu gördükleri rüyalarla Don Juan ve onun grubundaki diğer savaşçılarla ilgili anıları yeniden yaşıyorlar görüyorlar. Böylelikle sol yanda yaşanan olayları yavaş yavaş hatırlamaya başlıyorlar. Castaneda’nın bu durumla ilgili yorumu şöyle;

”La Gorda ve ben bir zaman sonra, sol yanımızdaki algı zenginliğinin edim sonrası farkına varma sonucu olduğunu fark ettik. Etkileşimimiz, onu anımsayabilme kapasitemizin ışığında gerçekleşiyordu. İşte o anda, o yüksek bilinç durumlarında her şeyi tek yığın, ayrıştırılması olanak dışı ayrıntılardan meydana gele hacimli tek bir kütle biçiminde algıladığımızın farkına vardık. Bu her şeyi bir anda algılayabilme yetisine yoğunluk adını verdik. Yıllar boyu, bu deneyim yığınlarını oluşturan ayrı parçacıkları inceleyebilmenin olanak dışı olduğunu düşünüyorduk.; bu parçacıkların us yönünden herhangi bir anlam oluşturacak bir süreklilik içinde bir sentezini oluşturmaya çalışmıştık. Bu tür sentez oluşturamadığımız için, anımsayamıyorduk. Anımsama yetisinden yoksun oluşumuz, gerçekte algılarımıza yönelik anılarımızı bir temele oturtamamamızdan kaynaklanıyordu. Deyim yerindeyse, anılarımızı herhangi bir temele oturtamıyor, onları bir düzene sokamıyorduk. Deneyimlerimiz, bizim için oradaydılar, ama onlara ulaşabilmemiz olanaksızdı. Çünkü bu yoğunluk duvarı tarafından engellenmişlerdi.”

Burada bahsedilen yoğunluğu şöyle açıklayabiliriz. Evreni düşünürsek eğer, evren genişliyor. Bunun tersi düşünüldüğünde, evrenin bir toplu iğne ucu kadar küçülebileceği ve kütlesinin yoğunlaşacağı söyleniyor. Evrenin genişlemesinin, evrenin yorumlanmasını sağladığı yönünden bakarsak eğer; evren genişleyerek yorum yapmamızı sağlayacak zaman olgusunu oluşturuyor. Yani o boşluğu zaman dolduruyor. Belli bir dizgeye olanak tanıyor böylelikle. Eğer evren yoğunlaşmış bir kütle olsaydı o zaman şu anki evren yorumumuz da olamazdı. Evrenin içerdiği her şey küçük bir kütlede katışmış bir vaziyette olacaktı. Böylece algılayabileceğimiz dünyalar olmayacaktı, zaman olmayacaktı. Ama o kütle bütün bunları içerecekti, içinde zaman olmadan.
Olaya sol yan bakımından bakarsak eğer, bir başka benzetme ile tarif edeceğim yine. Bizler birer algılayıcıyız, aslında yorumcu da diyebiliriz. Bilgisayar programından örnek verirsek eğer çalışan bir exe program ve programın veri çektiği bir veritabanı vardır. Veritabanında veri katışmış bir şekilde hiçbir yorum içermeden mevcut olur. Program ise o veriyi veritabanından çekerek yorumlar ve anlamlı bir dizgeye sokar. Program olmadan sadece veritabanına baktığımızda bize anlamsız gelen, birbirinden bağımsız görünen bilgi parçacıkları ile karşılaşırız. Ve bu bilgiler bir anlam ifade etmez. (Veritabanını yoğunlaşmış bilgi kütlesi olarak tanımlayabiliriz.) Ancak bir program devreye girdiğinde o veriler anlamlı bir hale dönüşür. Eğer tonali yada kendi dünyasal varlığımızı bir yere koyarsak, biz yada tonal bir exe dir, Nagual/sol yan ise veritabanı diyebiliriz. Carlos Castaneda ve La Gorda rüyalar yolu ile aslında veritabanından (yoğunlaşmış kütle) bir bilgiyi alıp, tıpkı evrenin genişlemesi gibi onu genişleterek, boşluğa yayarak, tonal’de anlaşılabilir, yorumlanabilir bir hale getirerek hatırlıyorlar olayları. Yani sıkıştırılmış bilgiyi genişletiyorlar ve ona bir dizge kazandırıyorlar. Böylelikle hatırlıyorlar. Elinde bir veritabanı olan, orada anlamlı bir şeylerin varlığını hisseden birinin elinde onu yorumlayacak exe programının olmaması gibi bir durum bu. Rüyalar yolu ile de bu yoğunlaştırılmış bilgi kütlesinden veri çekip, onu genişleterek yorumlamayı öğreniyorlar. Aslında Don Juan’ın neden tonali korumak gerektiği konusuna önem verdiğinin de açıklaması olabilir bu. Yani elinde yazılım kalmazsa, program bozulursa, o katıştırılmış bilgiyi asla yorumlayamazsın. Yani program olmadan veritabanı tek başına bir işe yaramaz diyebiliriz.

Ve belki de evren hala toplu iğne ucu kadar küçülmüş, yoğunlaşmış bir kütle şeklindedir de, onu biz genişleterek algılayabildiğimiz için, evreni genişliyor şeklinde algılıyoruz. Tamamen benim fikrim, katılmayabilirsiniz de… Eğer böyle ise, big bang denilen şey bir farkındalık patlamasından ibaret. Veritabanını yorumlayacak yazılımın, tonalin ilk ortaya çıkış anı. Evren hala yoğunlaşmış bir kütle halinde ise, diğer dünyaları algılamanın yolunun, diğer yoğunlaşmış kütleleri genişletmek olduğunu söyleyebiliriz belki de. Don Juan’ın dünya görüşünü genişletmek dediği şey bu olabilir. Ne bileyim belki de bütün kavramları birbirine karıştırmışımdır. :)) Eğer evren hala bir topluiğne ucu kadar katışmış yoğun bir kütle ise, mesafelerin de anlamı kalmaz. Mesafeyi yaratan şey, bu yoğun kütleyi algılayabilmek için genişleten zihnimiz. Yani mesafe, zaman sadece zihinde. Zihni durdurduğumuzda belki de genişlemeyi durduruyoruz, hatta küçültüyoruz. Bu nedenle de mesafe ve zaman olayı ortadan kalkıyor.

Evren bir topluiğne ucu kadar küçülebilir deniyor. Gözle görülemeyen mikroplara mikroskopla baktığımızda devasa yaratıklara dönüşüyorlar. Bizim algımızın evreni genişletmesi ve o şekilde algılaması da böyle aslında. Yani perde dediğimiz şey, aradaki bir mikroskop gibi; evrene bir büyüteç ile bakıyoruz diyelim. Ve bütün ölçümlerimiz, evreni boyutlandırmamız, mesafeler koymamız bu büyütecin ardından gördüğümüz bilgi ile yapılıyor. O büyüteci aradan kaldırdığımızda evren bir topluiğne başı kadar olacaktır. Büyüteçle baktığımız evrenin bir topluiğne kadar küçülebileceğine inanmak ya da bunu idrak etmek zor olabilir. Ayrıca kütlesini düşünürsek, bu devasa görüntünün küçücük bir kütleye aynı yoğunlukta sığacağına aklımız almıyor; ama aradaki büyüteci kaldırdığımızda evrenin bir topluiğne ucuna sığdığını göreceğiz ve aynı kütle yoğunluğu ile olacak. İşte algımız böyle bir büyüteç gibi işlev görerek, küçücük bir kum tanesinden koca bir evren yaratıyor ve sonra bu evrenin büyüklüğü karşısında büyüleniyor ve gerçekte var olanı görmez oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder